Razı olunmayan hayata Tutunamayan Rıza...

Çaresizlik nedir bilir misin sen Rıza

Benim dallarımı bırak, zerremi bırakmadılar.

İnsanın kendini tanıyamayacak kadar uzaklaşması nedir

Bilir miydin sen

İnsan kaybolmayı bilir miydi hiç 

Hangi yerde öğrendiysem kaybetmeyi 

Ben orada can verdim Rıza.

Cevap ver Rıza.

Ölümün ciddiyetini kavrayamıyorum

Koca dağlarda yıkılırmış meğer

Kibrin kime Rıza

Ben mabedimi kaybettim.

Mabedini kaybetmiş keşişle hiç tanıştın mı sen,

Henüz mabedi olmayan keşiş adaylarıyla da konuştum Rıza

Hepsinin karnesi pek iyi 

Karısı değil.

İçimde ki şu öfkeyi kusamıyorum Rıza

Ağzım mıh gibi çakılı

tek zıplamayla kaç tane ışık atlarsın?

kapattım kapılarımı, sızmıyor artık

hem bir kuyunun taştığı nerede görülmüş

beni düşünürken kaç kalem kırarsın?

masum köylü yada şehirli bir patronsun

bana acı veriyorsun, evet bunu yapıyorsun

kapattım dedim kapılarımı nereden sızıyorsun?

kaçıncı çomak bu soktuğum, sayıyor musun?

kurbağalar dedim, dedim de

bir kez olsun bana seslenmedin

kim lan bu yakup?

parfüm satmak için gelen lavuğa

o kişi ben değilim dedim

anladı beni, arkasına bakmadan kaçtı

ulan dedim lavuk, yoksa sen misin yakup?

(ben değilim çünkü)

Emanet bir hayatı esaret altında yazıyorum. Farkı yok ne daktilonun ne klavyenin ne de çivi yazısının. Ne de olsa her birinin nevi şahsına münhasır çıkardığı sesler var. Var ile var olup harfler dizisiyle sonsuzca bir sonsuzluğa erişiyorlar sanırdım. Oysa Sokrat; sonsuz olan idea hacı diyor. Düşünüyorum ve düşlüyorum. Hak vermeye yakın bir yerlerde paraşüt açıyorum. Yükselen hislerime aldandığımdan düşüşe geçen hayatımı göz ardı ediyorum. Sonsuzca bir kelime iken yalnızca sonsuzluk oluveriyor ve bu sonsuzluk kelimeden mi yoksa duyanın zihninde oluşuveren ve süregelen mütenahi bir sonsuzluk muydu, bilemiyorum. Yumurtanın tavuktan çıkışından değil de geri götüne girdiği an son bulur bu karmaşa belli ki.

 Böyle olmamalıydı, şüphesiz. Zihnimdeki dünyanın dış dünyaya açtığı savaşa ölü doğmuş bir anlaşmayla katılan hayallerim durmaksızın sızlayarak ve sızlanarak savaşmaktalar. Tam şu an 3. dünya savaşı kopsa hayatımda olacak yegane ve tek değişiklik siyaset bilimciler tarafından dDevamını Oku

Yollarım tıkanmış Gülten,

Sana gelirken yolda haramilerin kesmesi değilmiş,

Ayakların dermanındaymış mesele,

Biliyorsun Gülten ben bilmiyorum.

Hevesle çıkılan yolda nefesin kesildiğinde sende bitermişsin.

Yolun önemi yokmuş Gülten. 

Ayaklarımı bir tüccar gibi tartıp bu yolu yürürüm ben dediğim

Günler artık geride.

Nereye dönsem sensin derdim,

Bozuk bir pusulaysan şayet yönün ne önemi var demedi kimse.

Yolda benmişim, yönde, hayatta. 

Gülten sen düşmüş bir melek olabilirsin ancak 

Benim bol firavunlu dünyama.

Benim dünyamda Gülten,

Bir firavun vardı,

Öyle bir firavun ama.

Ben firavun sanmışım gerçi Gülten. 

Asıl firavunluğu ecel ensesindeyken ölmeyecekmiş gibi yaşadığını gördüğümde anladım firavunluğu.

Kimsenin kimseye firavunluğu yokmuş meğer.

Mucizelere inanamayacak kadar hayalperesttim ben Gülten.

Hâlâ da öyle halıdaDevamını Oku

Yaratılmış olduğu şüphesiz olan doğa, bize yaratımcılık oynayabileceğimiz bir alan sundu. Bu alanın mevcudunu ancak gözlemleyerek öğrendik. Bu mevcudun temelinde belli kategoriler olduğunu gördük. (bu kategoriler, alanın içerdiği her bir noktayı kendi içinde bulundurur) Her bir noktayı gözlemde bulunmak, insanoğluna zihnini ve zekasını geliştirme fırsatı sundu. Sunulmuş olan bu fırsatı kullanan insanın etkileşimde bulunma yöntemi şüphesiz “gözlemle ve değiştir” oldu. 
 Bu iki eylem aslında bir bütündür. Tüm bütünler gibi parçacıklar birbirine muhtaçtır. Bu muhtaçlık, dünyayı bu hâline getirdi. Bunun iyi olup olmadığını tartışmakla ilgilenmiyorum. Neyi kaybettiğimizi hatırlayıp, gerçekliğe yaklaşmakla ilgileniyorum. Bir noktaya kadar bu fıtrîydi. Doğayı anlamak için gözlemleyen insan, zaman içerisinde hükmetme gayretinde bulundu. Yani gözlemledikçe değiştirdi, değiştirdikçe gözlemledi. Bu süreç tüm mümkün kıyametlerin başlangıcı oldu. Bu kıyametler ancak insanın bizatihi kendisiDevamını Oku